Yanığın Emine Efsanesi
YANIĞIN EMİNE YA DA ÜMMÜHAN BACI EFSANESİKurtuluş savaşı yıllarında olağanüstü çaba ve gayretleri efsanevi bir şekilde anlatılan, bir kesimin bu kişi yaşamış ve söylenenler gerçektir bu nedenle heykelini dikmeliyiz dediği, bir kesimin ise böyle birisi yoktur, anlatılanlar Çankırı ve ılgaz yöresinin gösterdiği genel kahramanlıkların yansımasıdır aslı olmayan kişileri varmış gibi göstermenin bize kazandıracağı bir şey yoktur dediği Ilgaz'ın Kıyısın(Eski adı Kızılsın) Köyünden olduğu iddia edilen Ümmühan bacı veya Yanığın Emine isimli kişilerin tartışmaya konu olayının dayanağı şudur:
Kırıkkkale Kütüphanesinde görülen ve okullarda okutulduğu iddia edilen 1929 baskılı Kıraat Kitabında M. Muzaffer Şadi imzasıyla yer alan ancak kitabı ve yazının aslını görenin olmadığı bu eserde yazar Muzaffer Şadi'nin aşağıda belirtildiği şekilde başından geçen bir olay anlatılmaktadır.
M. Muzaffer Şadi, Kastamonuya giderken bir Handa (Diphan) konaklamıştır. Burada, yanında bir çoban çocuğu olduğu halde gezintiye çıktığı sırada orman içinde bir çayırlıkta askerlere rastlamıştır.
Askerlerin başında bulunan orta yaşlı esmer bir Çavuşyazara Dördüncü Fırka çavuşlarından olduğunu, cephedeyken bir kış ortasında bir gün Ilgaz köylülerinden bir kadının cepheye cephane getirdiğini, onun Yanığın Emine Abla diye çağırıldığını söylemiştir.
Ve İçini çekerek anlatmaya devam etmiştir:
Ben O kadının eşini nadir gördüm. İki zebun öküzle o kırık kağnıyı eliyle Ilgaz dağlarını gösteriyordu- kışta kıyamette nasıl yürüttü? Onunla cepheye kadar nasıl geldi, ne dersin? Ben onu gördüm de erkekliğimden utandım. Bak hele, inan olsun bu kadın bana çok cesaret verdi. Bak, üzerindeki er damarına ki... Hey! Gene gönlüm iç oldu...
Ağlıyordu. O çelik vücudu erimişti. Bir göl olmuştu. Bu gölün sularından benim gözüme de sıçradı. Beraber ağladık. Yumruklarını sıktı. Kollarını meşin asker ceketinin bileklerini örten yenleriyle yaşını kuruladıktan sonra tekrar başladı:
Silahları kağnıdan yere boşaltacaktık. Arabaya gittim. Emine abla da karnının üstüne çöküvermişti. Çuvalı açtım. Bir de ne göreyim, hay Allahım... Sen neler yapmazsın ki... Yamalı bir gömlek içinde ay parçası gibi bir çocuk.. Daha ekşiliği gitmemiş. Çıldır çıldır yüzüme bakıyordu. Bacaklarının üstüne iki mavzer bindirmişti. Şaştım kaldım.
-Kamber Abla, dedim. Evinde bu çocuğa bakacak kimse yok mu idi? Bu donsuzu ne dedin de Allahın yeri sağır, göğü sağır günlerinde yanına aldın? Bu ağır demirler o yavrucuğun bacaklarına konulur mu?
Hiç tınmadı.
-Ben onu yolda doğurdum, onun için köye mi döneyim? Baktım biraz üşüyordu, silahlardan ısınır, diye koydum, dedi.
Ben bu işi erkekliğimle yapamazdım. Yirmiden fazla harbe girdim. Bu kadın gibi metin delikanlı görmedim. En çok neye yanıyorum. Bana köyünü söylemişti. Ilgaz köylerinden imiş ama, hangisi? Şeytan aklımdan çeldi.
Allah yolumuzu düşürdü. Göstermeden gönderecek.. Öldü mü, kaldı mı, şunu bir öğrensek..
Buyurun size, tarihi bilinmeyen, yazanı tanınmayan, anlatanı ortada bulunmayan bir İstiklal Savaşı anısı.. Ve bundan çıkardığımız bir İstiklal Savaşı kahramanı..
Yanığın Emine Abla Ilgazın hangi köyündenmiş? Köyünün adını Çavuşa söylemiş ama Şeytan onun aklından almış. İyi ama, Ümmühan Nene için akla gelen soruların hemen hepsi burada da zihnimize takılmıyor mu?
Yanığın Emine Abla kimin nesidir? Ne zaman doğmuş, ne zaman ölmüştür? Ilgazın hangi köyünde, akrabası kimlerdir? Günümüze kadar niçin hiç kimse bu kahramanımıza sahip çıkmamıştır?
Çavuş sözlerini şöyle sürdürüyor:
Ey Emine Abla! Seni görmediğimden, senin yerini öğrenemediğimden pek bahtım kara.. Ben seni görmek, senin oturduğun köyü, bu köydeki kulübeni öğrenmek isterdim.
Biz de öyle Emine Abla! Biz de böylesine açık bilgilerin peşindeyiz. Ilgazın hangi köyünden idiysen, yakınların bizi aydınlatırsa, sevineceğiz...
Bu konuda değerli Hocam Zeynel KOZANOĞLU'nun düşüncesi şöyle
Ben Çankırılı kadınların İstiklal savaşında katkıları olmadı, demiyorum. Böyle diyen biri varsa zaten çarpılır. Ben Ilgazın Kıyısin köyündenim. Bizim köyden bile pek çok kadın ve erkek kurtuluş savaşımızda dişini tırnağına takmış ve çalışmıştır. Bu tarihi gerçekliktir.
Ancak, bu tarihi gerçekliğin ucundan kulağından çekerek yoktan uydurma kahramanlar var etmeye gerek yoktur. Böyle bir şey hem Çankırıya ve Çankırılılığa yakışmaz. Bizim kahraman var eylemeye ihtiyacımız yok ki.. Her Çankırılı bir kahramandır.
Ben diyorum ki: Kıyısin köyünden çıkmış bir kahraman Ümmühan Nine yoktur. Var diyenler evrak göstermek zorundadırlar. Şurada var, burada var, demekle olmaz. Gecen yıl çok sevdiğim bir arkadaşım Ümmühan Ninenin Nüfus kaydını buldum, diye yazdı. Ama dipsiz çıktı. Dipsiz çıkar çünkü öyle biri yok.
Olmayan kişiler adına anıt dikersek gerçek kahramanlarımızın kemikleri sızlar.
Yine bu konuda Zeynel KOZANOĞLU'nun o dönemde görevde olan Çankırı Valisine gönderdiği yazı şu şekilde
Ben Bildiriyorum - 05.04.2007 - 18:29
Sayın Vali’m, size nereden sesleneceğimi bilemiyorum. Internet ortamında köşe yazısı yazdığım site’de sizinle ilgili üç ayrı yazı yayınlattım, sanıyorum, görmediniz. Birkaç arkadaşımı araya sokmaya çalıştım, olmadı, olamadı.
Bakınız efendim, üç beş yıl önce “Atatürk Çankırı’da” başlığı altında bir kitap hazırladım. Hem de Çankırı orada, bugünkü yerinde iken ve ben de Kopenhag’ta iken bu kitabı hazırladım. Bir nüshasını görüşünüze sunulmak üzere en yakınızdaki birine verdim.
Ve ne istediğimi de belirttim:
“Vali bey bu kitap üzerine belki bir şey demek isteyebilir. Görüşünü öğrenmek istiyorum. Basımı, dağıtımı konusunda yardım dileğim yoktur. Esasen benim bu kitaptan bir beklentim de yoktur. Sadece Vali beyin kitaptan haberi olsun.”
İki yıl geçti, bu kitap elinize ulaştırılmadı efendim. Arkadaşlarımdan bu kitap hakkında size söz edenler oldu mu, bilemiyorum ama, siz benim kitabımı göremediniz. Şimdi kitabı göremeyince ne oldu, biliyor musunuz? İşte bu yazıyı onun için yazıyorum.
Şimdi, şu sıralar sizi büyük bir yanlışa düşürdüler. Siz Çankırılı değilsiniz. Araştırmacı yazar da dğilsiniz.. Ben hem Çankırılıyım. Hem de araştırmacı yazarım. Size dediler ki: “Yanığın Emine Abla diye bir ulusal kahramanımız var. Bu kahramanın adına bir anıt dikilse iyi olur, ” dediler. Siz de “Peki, ” dediniz. Hemen kolları sıvadınız ve hemen anıtın gerçekleştirilmesi yolunda son adımları da atmış oldunuz.
Bunu diyenlerin neye dayandığını sormadınız. Böyle bir kahraman hakkında en ufak bir belge ve bilgi istemediniz. İyi niyetinize hayranım. Ama iyi niyet kişiye her zaman yarar getirmiyor. Bunun yakın geçmişte örneklerini gördük.
Şimdi sizden bir ricam var:
Yanığın Emine Abla adına anıt dikilmesi konusunu sürükleyenleri çağırınız. Ve kendilerinden bilgi, belge, kanıt isteyiniz.. Dişe dokunur bir belge getirirlerse ben mahçubiyetimi şu yolla gidereceğim. Dört bin kilometre uzaktan, Kopenhag’tan gelerek Çankırı Vilayeti’nin merdivenlerinde sizin ayağınızın altını öpeceğim.
Yok eğer çıkardıkları belge “Bir emekli öğretmen bu adı ilk kez yazmış, o da hemen ölmüş, Kırıkkale kütüphanesinde bir kitap varmış. O kitap da şimdi ortalarda yokmuş, ” gibi masal havasında laflar edilecekse lütfen yaptırılacak anıtın adını şöylece değiştiriniz:
“Kurtuluş Savaşı’na Emeği Geçen Çankırılı Kadınlar Anıtı”
Bakınız olaylar birbirine eklenerek bir takım masallar uyduruluyor.
Kitaplarda “Üşümez misin Nine?” başlığı altında bir yazı var. Mustafa Necati bey tarafından yaşanarak yazılmış bir yazı. Orada isim yok. Sadece “Çerkeş önlerinde” kaydı var. O olayda söz konusu edilen kahraman kadına böyle bir ad biçiyorlar, bu doğru değil.
Bizim öteden beri “tek kişi” ye yönelme hastalığımızın dışa vuruşudur bu. Kurtuluş savaşına binlerce kadın katıldı. Herkes üzerine düşen görevi yerine getirdi. Kimsenin adı sorulmadı. Kimsenin de adı öne gelmedi. Şimdi anıt yaptırılırken niye isim peşindeyiz?
Kaldı ki, cephanenin üstüne battaniyesini örten bir kahramanımız için anıt yaptırmaya kalkışırsak, aynı derecede kahramanlığını gördüğümüz yüz binlerce gazimiz ve şehidimiz olmuştur. Onların hepsine birer anıt borçlanırız.
İnebolu’dan Ankara’ya on binlerce kağnı cephane taşıdı. Bir tek kağnının üstünde battaniye gördük, diye anıt yaptırmaya kalkışırsak o binlerce kağnının sahiplerinin ruhunu rahatsız etmiş olmaz mıyız? Takdirlerinize sunuyorum, efendim.
Saygılarımla.
Merak edenler için not:
Atatürk Çankırı’da adlı kitabım şu günlerde İzmir’de basılıyor. İzmir’den Soyer Yayınevi ile Ati Ajans’ın Çankırı tarihine bir armağanı olarak...
İzmir’in 15 Mayıs 1919’da Yunanlılarca işgalinden sonra çete teşkilatına katılan, 13 Eylül 1921 Sakarya Zaferi’nden 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar Zaferi’nden öncesine kadar İstiklal Mahkemesi Reisi olarak Kastamonu’da bulunan Mustafa Necati’nin anlattıkları şu şekildedir. (Bahsedilen yer Çerkeş'tir ve muhatabın ismi mevcut değildir.)
“Uzun ve gölgesiz yollardan inkıtasız bir akışla harb meydanlarına inen mübarek kafilelere her zaman rast gelirdim; levha hiç değişmezdi: zayıf öküzlerin çektikleri cephane yüklü arabalar ve bunların başlarında yanık yüzlü, çıplak ayaklı kadınlar, ihtiyarlar ve hatta çocuklar… Çok defa yolun kenarına çekilir, onların geçişini gözlerim yaşararak seyreder, kağnıların gıcırtılarını ilahi bir musiki gibi dinlerdim. Yalnız cephede döğüşenler değil, bunlar da takdise layık birer kahramandı.
Bir gün evvel yağan karların doldurduğu uzun yollardan geçerek mahkememiz müfrezesi ile Çerkeş önlerinde kağnılarla cephane taşıyan bir kadın kafilesine rast gelmiştik. Beyaz bir geceyi andıran bir gündü; güneş bulutlara girmiş, tabiat kefenlenmişti. Mücessem bir hüzün halinde kalplere damlayan umumi sükûtu bozan hiçbir ses yoktu; ancak kağnıların ruhları ürperten ve sükûtu besteleyen gıcırtıları derinden derine etrafı geziniyordu. Bu seslerde öyle bir esrar saklı ki sanki bütün mustarip ruhlar tekmil iniltisini bu sese vermişler ve sanki bütün mütevekkil fikirler, azme kalp olan tevekkülünü bu ağır revişe (yürüyüşe) terk etmişler.
Bu kafileye yaklaştıkça bazen bu uzun sükûtu yırtan bir çocuk feryadı yükseliyordu. Kafileye yaklaştık ve selamlaştık. Biz soğuktan yamçılar altında bile titrerken, tek yorganını da arabaya örten ninenin çıplak ayaklarla karları çiğnediğini görünce, içimde takdirle karışık bir merhamet sızladı. Arkasına sardığı peştemali içinde ara sıra hıçkıran bir çocuğun üzerine bile örtmeden yorganını niçin arabaya serdiğini sormak fikrini duydum: ‘Üşümez misin sen, Nine?.. Bak çocuk donacak, yorganı örtsene!’ diye arabanın üstünü işaret ettim. Bu sözü garip bir tarzda karşıladı; sormaya değer bir şey addetmiyordu galiba!.. Benim cevap beklediğimi de anlayınca, mukaddes bir şeye teveccüh eder gibi kağnıya doğru koştu: ‘Kar sepeliyor, millet malıdır, nem kapmasın evladım!’ dedi ve yorganın uçlarını iyice serdi. Kar sepelemeğe başlamıştı; o zaman anladım ki cephaneleri ıslatmamak için bu fedakârlığı yapıyor. O vakit, deminki merhametimden utandım.”
BU KONUDAKİ GÖRÜŞÜM
Yani dayanak olarak gösterilen kitap ortada yok. Kitapta geçen yazı ortada yok. Olsa bile yazının içeriğinde geçenler tespit edilemiyor. En ufak bir kayıt ve bilgi bulunamıyor. Mustafa Necati'nin anlatımındaki benzeme ise yer ismi olarak Çerkeş'in belirtilmesi nedeniyle uymuyor.
Buna rağmen bizim kahramanlıkları bir kişi üstüne yaftalama meraklılarımız ısrarla böyle bir kişinin olduğunu ve heykelini dikmemiz gerektiğini, bu dönemde onbinlerce kahraman Çankırılının yaptıklarını hiçe sayarcacına vurgulayıp duruyorlar.
Yanığın Emine diyenler dayanak bulamayınca Yanığın Emine'nin adı aslında Ümmühan Bacı'dır diyorlar. Birbirine ne kadar yakın isimler değil mi? Ümmühan Bacı olarak gösterilen kişi Ümmühan Haşim Ilgaz Kıyısın köyü 80 hanede nüfusa kayıtlı Satılmış ve Satı kızı 01.07.1888 doğumlu ve 28.11.1973 yılında ölüyor. Demekki Ümmühan Ana,1973 yılına kadar bu konuyu kimseye anlatmamış, hiç kimsenin yanında böyle bir mevzuudan bahsetmemiş. Mümkün mü böyle bir şey 1973 yılı yakın bir tarih değil mi? Kurtuluş Savaşında böylesine tarih yazan bir kişi eşine, dostuna, köylüsüne başından geçen bu muazzam kahramanlık destanını anlatmaz mı? En azından ailesi bu durumu bilmez mi? Böyle bir şey olsaydı mutlaka konuşulur ve dilden dile duyulurdu ama olmayan şey konuşulmaz tabii ki.
Bu israr; Geçmişinde Kurtuluş savaşına katılmamış bir aileye rastlanmayan Çankırılılara yarar mı getirir yoksa rencide mi eder takdir sizin.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Hayata bakışı, hep kendi ve kendi kutsal saydığı şeyler etrafında dönen bazı insanların, gerçekleri değil kendinden olanı ortaya çıkartıp kendi bölgesini onore edeceğini sandığı bir gelişmeyi veya geçmişte yaşanmış veya aslı olmayan bir olayı abartarak onu "lider, baba, kral, en büyük, en iyi, bizden böyle çıkar işte" şeklinde sunmaya çalışarak , rencide ettiklerinin farkına varmadan, çok büyük bir şey kazanacakmış gibi ortalığı ayağa kaldırması bizim kültürümüzde eskiden beri vardır maalesef ve bu kötü alışkanlığımız halen devam etmektedir.
Vatan kurtulmuş mu? Kurtulmuş...Herkes aslanlar gibi görevini yapmış mı? Yapmış...Yanığın Emine efsanesi gerçek olmasa Çankırının ve Ilgazın kahramanlıklarına gölge düşer mi? Asla.. Eee...
İnebolu'dan Ankara'ya kadar, Kurtuluş Savaşında o dönemde silah taşıma işinde çalışmayan İl, İlçe, belde ve hatta köy kalmamış bilmediğimiz bir çok kahramanlıklar sergilenmiştir.
Ama Kastamonulu bu işi İnebolu'dan alıp Kastamonu'da bitirirse, Çankırı'lı, Ilgaz ve Çankırı'dan ibaret sayarsa diğerlerine haksızlık etmiş olmaz mıyız?
Bugün bu bölgecilik, köycülük, hemşehricilik o hale gelmiştir ki, Çankırılı değil Ilgazlıyım diyenler, Ilgazlıyım ama kasabalı değil köyündenim diyenler ilçemizde çoktur maalesef.
Yine aynı şekilde diğer İlçelerimizde de İlçe merkezi ve köylü ayrımı, aynı ilçe içinde köyden köye ayrımlar devam etmekte ve yine Çankırılıyım yok ben Çankırılı değil Çerkeşliyim, Yapraklılıyım, Kurşunluluyum gibi tuhaflıklar yaşanmaktadır.
Bu ayrışmaların sebebi yukarda anlattığım tuhaflıklardır.
Bu ayrışmaların sebebi; ben bencilerin sadece kendi köyü veya beyni etrafında dönen düşüncelerini alt kuşaklara da aynen aşılamasıdır.
Bu tuhaflıkların sebebi; dünya görüşü ve bildikleri köyü sınırlarını aşamamış olanlardır.
Yerelliklerin toplum ve ülke mefaatine olanı güzeldir, Alıp onu baştacı yapmalıyız.
Yerellikler kültürümüze zenginlik katan değerlerimizdir, onları kırıp dökmek için kullanamayız.
Bizi birbirimize düşüren yerelliğin kime ne faydası olur?
"En iyi, en çok, en muaazzam" tüm özellikler benden veya bizden çıkmıştır veya çıkar mantığıyla tarih yazılmadığı gibi gelecek de kurulmaz.
Olmayan bir "Yanığın Emine" efsanesine göre dikeceğimiz anıtın altına ne yazacağız. Bunun yerine o dönemde yapılan kahramanlıkların anısını sembolize eden bir anıt yapsak daha iyi olmaz mı?
Kısacası Adına kahramanlık destanları üretilen Yanığın Emine bir efsanedir ve böyle biri yaşamamıştır.
Kerim DEMİR